6 Aralık 2008 Cumartesi

*dünya müzikleri

http://www.hicrandergisi.com/Version6/index.php?option=com_content&task=view&id=285&Itemid=192

5 Aralık 2008 Cuma

amca bayram

Orucu biz tuttuk, bayramı onlar yaptı. Adını “şeker bayramı” koymadılar mı?


Biz öldük, onlar kurtuldu, adını “kurtuluş savaşı” koymadılar mı?


Bir kurban kestik, onlar bayram tatilinde günahlarına günah kattı, yine de kurbanımızın derisini gasbetmediler mi?

Eskiden kurbana karşı topyekun savaş açarlardı. Hem savaş açarlar hem de kurbanımıza, onun derisine göz dikerlerdi. Şimdi başaramayacaklarını anladılar.

Gazeteleri kurban CD’si dağıtıyor, içkili süpermarketleri kurban pazarlıyor.


Ve “24 yılda ne değişti?” sorusu işte bu noktada gündeme geliyor.


Yaşar Kaplan’a ait şu manzum öykü okuduğum günden beri unutmamışım. Aylık Dergi’nin eski sayılarını açıp buldum. Yayınlandığı sayının tarihi Ekim 1980 (Yıl 2, sayı 23). Bu ülkede yaşanan resmi yobazlığın traji-komik öyküsü bu.


Bayram şekeri niyetine size sunuyorum bu eskimeyen öyküyü. Bakalım sizin de hafızanızda yer edecek mi?


“ondan sonra bayram geldi
otobüs geldi
amca bana şeker verdi
gülücük verdi
öpücük vermedi
babam öptürtmedi
amca beni sevdi
‘bayram’ dedi
işte bildim
bayram geldi
otobüste geldi
babam ‘bak bu amca’ dedi
amca ‘bayram’ dedi
‘aferin’ dedi
‘Allah’ dedi
otobüs salladı
firen yaptı
otobüs taksiye çarpayazdı
babam beni amcaya vermedi
babam kulağıma eğildi
‘pis amca’ dedi
babam yüzünü buruşturdu
‘yobaz’ dedi
amca bana şeker verdi
cici amca / güzel amca
amca bana para verecekti
kocaman verecekti
babam verdirtmedi / aldırtmadı
amca bana gülücük verdi
amca beni sevdi
babam amcaya sinirlendi
amca bana şeker verdi
gülücük verdi
‘Allah’ dedi
baba okuyup ben Allah olarım (haşa)
hem de amca olarım
ne olur baba olarım
yaşa bayramca yaşa
gülücük verdi / şeker verdi
kocaman verecekti
güzel amca / sakallı amca / cici amca
ondan sonra bayram gelsin
ondan sonra büyürüm olarım
ne olur baba / ne olur olarım”


Dünyanın tüm çocukları Müslüman, tüm çocukları din kardeşimiz. Cebimizdeki şekerleri dağıttığımız kadar bayramımız mübarek olur. Haydi, hiçbir Firavun’un sarayı Musa’sız kalmasın.

Bayramızın mübarek, gönlünüz, gözünüz ve özünüz, yüzünüz gibi açık ve aydın olsun.

mustafa islamoğlu (ramazan yazıları)

bir bayram düşlerim

Bir bayram düşlerim: Ümmetçe başımız dik yaşadığımız. Sevincimizin kursağımıza düğümlenmediği. Yediğimiz lokmaların boğazımızda kalmadığı…

Bir bayram düşlerim: Ümmetin anası kaçırılan, babası öldürülen, ocağı kundaklanan, çocuklarının her biri bir izbeye sığınan, harim-i ismetine namahrem eli değen bir viran haneye dönmüş topraklarında, çocuklarının öksüz, yetim ve boynu bükük girmediği…

Bir bayram düşlerim: İslam ümmetinin mazlum çocuklarının zamanın ırmağında akan bir süprüntü gibi değil, zaman ırmağının yatağını belirleyen, kıyılarını gürül gürül akan sularıyla döverek verimli kılan bir nehre benzediği bir bayram. Nesne değil özne olduğu, onun yaptıklarına düşmanlarının hayalinin yetişemediği, kendisini öldürmek için gelenlerin kendisinde dirileceği kadar temsil kabiliyetine sahip olduğu bir bayram.

Bir bayram düşlerim: Yaralı ve bin bir pareli coğrafyamızın her yanından gürül gürül kanın gitmediği. Çocuklarının âh u enininin arşı titretmediği. Viran olmuş hanelerinde baykuşların ötmediği. Topraklarını ahlaksızların, soysuzların, sütsüzlerin, düzenbazların, madrabazların, hilebazların, mülhitlerin, müfritlerin, ifritlerin, çıfıtların, hainlerin ve zalimlerin yönetmediği bir bayram. Aksine, dinde kardeşleri olmasa da insanlıkta eşleri olan dünyanın farklı dinlerine, kavimlerine mensup mazlum, mağdur ve muhtaçlarının yarasını sarmak, yüreğini onarmak, onlara müşfik bir ana eli olmak için tüm imkan ve gücünü seferber ettiği bir bayram. İmanından kaynaklanan şefkat ve merhametinin Afrika kıtasının açlarından, Güney Amerika'nın sokak çocuklarına, Harlem'in esrarkeşlerinden Manila'nın şehvet tuzağındaki kız çocuklarına dek; her bir mazlum, mağdur ve mahruma ulaştığı bir bayram.

Bir bayram düşlerim: Bir öndere sahip olan, önderi kendisine ana olan, kendisi ise insanlığın diğer toplumlarına ana gibi olan bir ümmetle girdiğimiz bir bayram.

Bir ümmet düşlerim: Bir organına, hatta bir hücresine yönelmiş bir tehdidi tüm varlığına yönelik bir tehdit gibi algılayacak kadar kendinde ve canlı. Ayağına diken batsa onun acısını her tarafından duyabilecek kadar bilinçli. Kendi varlığına yönelik bir tehdide anında tepki verecek kadar hassas bir sinir sistemine sahip. Bedeni oluşturan her bir hücrenin kendi yerine razı olup, rolünü en iyi oynamak için irade sergilediği, fertleri silik, düz, sıradan, bir makinenin dişlisi olmaya teşne, edilgen ve mekanik bir 'birey' değil, farklı. Fakat farklılığı bir orkestrayı oluşturan enstrümanların farklılığı gibi zenginliğe dönüştüren, sıradan ve düz bir tip olmaya razı olmayan, kendi kendini gerçekleştirmek için yüreğinin çeperlerine tutunarak kapasitesinin sınırlarına çıkma savaşı veren, kendisiyle, Rabbiyle, çevresiyle, toplumla ve doğayla barışık, bilişik, tanışık şahsiyetlerden oluşan bir ümmet.

Bir şahsiyet düşlerim: Sorunun bir parçası değil, çözümün bir parçası olan. Yük olmayıp yük alan. Kendini yad ve yabancı ellerde aramayıp kendini kendinde arayan ve kendini kendinde bulan. Hamken yanan, pişen ve olan. Olmanın sırrına erdiği için hamların elinden tutup, onların da olması için onların yerine yanmaktan çekinmeyen. Düşünce, duygu ve aksiyon dengesini varlığında gerçekleştirerek, 'muvahhid şahsiyet' olma kıvamına eren. Yalnızca kafa gözüyle değil, yürek gözüyle de bakıp, onunla gören. Kendini yalnız sözle değil yüzle, gözle, özle ifade edebilecek liyakate eren, vuracağı ve duracağı yeri iyi bilen, Allah'a karşı esas duruşunu ayağının altındaki topraklar kayarken dahi bozmayan bir şahsiyet.

Bir şahsiyet düşlerim: Kendi kafasıyla düşünüp, kendi yüreğiyle duyan. Kesrette vahdet bulan. Ne dostları karşısında kapris yapan, ne düşmanları karşısında aşağılık kompleksine kapılan. Ayaklarının birini hakikatin merkezinde sabit tutarak, diğer ayağıyla tüm dünyayı, hatta tüm evreni dolaşan ve yitik hikmetleri, hakikatleri, cevheri arayıp kendine çeken bir mıknatıs gibi arayıp kendine çeken, "bizden adam olmaz" bedbinliğini alıp "çıkarsa bizden adam çıkar" bencilliğine vuran, bu iki sakat ucu da bir fiskeyle atık düşünceler çukuruna yuvarlayıp, adil ve mutedil olmayı bir hayat düsturu bilen bir şahsiyet.

Ve bir bayram düşlerim; hesap gününün sonunda "Ey (sadece Allah ve cennetle) tatmine ulaşan insan; gir kullarımın arasına (çünkü cennetin yolu kulların arasından geçiyor) ve gir cennetime!" muştusunun verildiği bir bayram.

İşte o bayramın provasıdır bu bayramlar. O mutlak bayramlardan bir efilti taşıdığı oranda anlamlıdır bu bayramlar. Onun içindir ki, "bayram" anlamına gelen "ıyd" sözcüğüyle "ahiret" anlamına gelen "me'ad" sözcüğü aynı köke aittir.

Bayramınız mübarek olsun, bayramınız bayram olsun!

Ömrünüz Ramazan, akıbetiniz bayram olsun!

-vera

hiç söylenmemiş sözler söylemeliyim
el değmemiş,duru sözler sevdiğim için

sevdiğim! şehir giysilerini kıskanır
ve bu yüzden bürünür geceyi
güneş gözlerinden beslenir
ve saçlarını kollar görmek için.

sensizken şehrim,
boş meydanlarında yürüdüm
kalın puntolarla iri laflar ettim
öfkemi saldım iri dişli postallar üzerine.

sevdiğim! Vera.. hangi çocuğu okşadın,
ellerinle gülden kokular..
dilinde aşk nameleri,
söylesene Vera hangi çocuğun adını andın.

sahi Vera en son ne zaman görmüştük Sena'yı?
hatırlasana deli kız sana emanet etmişti o bombaları
sevdiğim bak umut kan pıhtısı rengine döndü
ki sen Vera,Filistin'den geçerken
sakın eteklerini toplama
biraz kan bulaşmış halde çık karşıma
ve sakın unutma
o ilk çocuğumuzdur
asırlardır dillerde olan Leyla'dır,
Meryem'in suskunluğunda can bulan
gözleri vardı Züleyha'nın
henüz düşmeden kirli kelimeler diyarına

bilir misin Vera bu kaçıncı çocuk?
bu kaçıncı kertik yüreğe atılan?
eskisi gibi değil..artık daha da sancılı

sevdiğim özgürlük meydanları budalalardan
geçilmiyorsa
bil ki bu şehirde çocuklar ölüyor

asırlardan uzak ellerini Vera..
ellerini bulur ellerim
bir Grozni kuşatmasında
dağları görüyor musun Vera?
her bir dağa bir çocuğumuzun adını koymuşlar
Berat'ım,Emin'im,Murat'ım
hani omuz omuza vermiştik ya bir namaz kıyamında
hani beraber açmıştık orucumuzu
kimi Marmara'da kimi Yıldız'da

koş Vera koş
ülkemin sürgün yerlerine koş
ağlama deli kız ben ağlarım
seni böyle görmemeli
her okul kapısında türkümüzü söyleyen kızlarımız
ve annelere de söyle ağlamasınlar
ve sakın onlara ölüler demesinler

söylesene Vera
çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpece değildir?

öfkemiz taş doğursun Vera taş!
yüreğimizi söksün yerinden
bak her tarafta sapanlı ebabiller
Ebrehe'nin tankları kan kusturur
şimdi Firavunu boğan Kızıldeniz'i
ağlama duvarının dibinde görürüm
ki asa değil Musa'nın elindeki
çağın sökülmüş kalbidir

bir şubat gecesi kaybettik esrarımızı Vera
kendimizi odalarımızda bulduk
postallı korkularımızla
söylesene sevdiğim hangi rengini çaldılar
gökyüzünden
bak zulüm Çin Seddi'ni aştı

sevdiğim içimizdeki Musalardan ne haber vardır?
İbrahimlerden,Yusuflardan
yoksa Musa'yı Kızıldeniz'de yalnız mı bıraktık?
ellerimizle mi verdik İbrahim'i Nemrutlara
şimdi hangi kuyudan gelmede Yusuf'un sesi?
ki unutma Vera
Filistin'de yeni doğan çocuklar ilkin annelerinin
göğsüne
sonra da yerdeki taşlara uzanırlar

neredesin eyy İsmail'in boğazındaki merhamet?
içimizdeki bu sızıyı kaldır
ya ebabilleri gönder
ya bizi de oraya aldır

ve her taraftan bana yönelir
seni arayan sesim
Vera benim..Vera benim..

NUMAN ARIMAN

16 Ekim 2008 Perşembe

*farkında olmalı insan

Farkında” olmalı insan…

Kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı.

Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…

Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını

ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.

Şu

çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebekken “Dünya benim! ”dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,

ölürken de aynı avuçların “her şeyi bırakıp gidiyorum işte! ” dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.

Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.

Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.

Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,

nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan

ve ölmeden evvel ölebilmeli.?

Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte

ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.

Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu fark etmeli

ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.

Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde

çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

Eşine “seni çok seviyorum! ” demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini

ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.

Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını

60-70 yıl sonra sigara yüzünden

Azrail’e soba borusu gibi teslim etmenin emanete hıyanet sayılacağını fark etmeli.

63 yıllık ömründe

hiç karnı doymayan bir peygamber’in ümmeti olarak aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli.

-hiç-

-üç yanlış.. bir başörtüsü götürmez...

"Takıldığınız soruyu lütfen geçin ve müsaade edin biz takalım.
Üç yanlış bir başörtüyü götürmez.
Başörtülü bir kız bisiklete binebilir, piyano çalabilir, kiraz toplayabilir,
iyi derecede İngilizce bilebilir, topa vurabilir, laiklik konusunda çok
güzel bir kompozisyon yazıp ağzınızı beyninizin mağarasına kadar açık
bırakabilir, felsefe yapabilir, uçurtma uçurabilir, sizden ilginç kareler
bulup aklınız kadar kısa film çekebilir, yıldızlara bakıp yarın havanın
çok güzel olacağını düşünebilir, tesbih de çeker fotoğraf ta çeker...
Hiçbir başörtülü kız, sizin başörtüsüyle gündemi sıktığınız kadar
başörtüsünü sıkmaz! Dolayısıyla "sıkma baş" sizinkisi oluyor..."

Bunlar Marmara FM'in fırtına kızı Esra Elönü tarafından kaleme alınmış, insanı abandone eden manifestolardan sadece kısa birer örnek... Esra'yı radyoculuğundan önce "Feride" tiplemesiyle yazdığı köşe yazılarından, şiirlerinden ve harika sürreal öykülerinden tanıyoruz. Onunla yapacağınız on dakikalık bir sohbet, dünya etrafında on defa spin atmaya bedel baş döndürücülükte... Yakalayana aşk olsun! Muhatabına yirmidört saat açık her daim nöbetçi zeka testi uygulayıcısı gibi öyle bir salvo atar ki, tut tutabilirsen! Hiciv, romantizm, zehir zemberek bir isyan, feci derecede çocuk, bir fotoğraf makinası lensi kadar acımasız objektif, köpekbalığı kadar iyi koklayıcı, inci tanesi kadar sır küpü... Öyle latif bir cümle kurar ki adamı Kırıkkale Tabancısı gibi on ikisinden mıhlayıverir. Uzakdoğu döğüş sanatlarıyla ebruzenliği bir arada nasıl götürdüğünü ben de anlamış değilim. Muhammed Ali Clay için söylenen tezatlar harmonisini hatırlıyorum onu dinlerken: "kelebek gibi uçar, arı gibi sokar"...

Esra, yeni kuşak edebiyatçıların erken habercilerinden... "Çekirdek Lokantası" adını verdiği kitabı mesela, Çekirdek Kız, Bayan Kabarık, Garip Adam Bay Sin, Dımlım, Tuzat, Bay Şın gibi hayali kahramanlarla çizilen harika bir macera öyküsü. Maceranın ardı da önü de Esra için aslında yapayalnız bir çocukluğun masalından türüyor... Esra'yı herkes zorzoraki destelenmiş bir yaramazlık bohçası gibi tarif etse de, ben onun zeka terletici o isyanında içe gömük derin bir hüzün okuyorum... O, "babasıyla aynı yaşta bir kız çocuğu" gibi geliyor bana. Bunca ayrımcılık, bunca dışlanma, bunca horgörünün içinden elinden mürekkep damlayarak çıkan sürmeli kız, "kız uykusunu" hepimize uykusuzluk olarak aktaran atar damarlar kadar uykusuz ve asabı bozuk bir yelkovan gibi, ayağındaki çağdışı takunyalardan hiç de yüksünmeden ve hatta parlatarak onları, hiç bir saniyeyi de atlamamaya yemin etmiş! Afferim kızım sana! Kapitalistlerin mezarlığa çevirdiği dünyada korkusunu yenmek için başladığı şarkıyı, arkadaşımız olan tüm fakir garsonların tepsilerinde servis ediyorsun hepimize. Afferim kızım sana! Sırt çantasına sığmayacak koca bir harita taşırsın sen dilinde, Kudüs'ten Yağmur Ormanlarına, Afrika'dan Güney Amerika'ya kadar tüm yeryüzü yer bulabilir dizelerinde... Ve babasının sesiyle konuşur bazen kafasına başörtüsünden başka hiç bir şeyi takmayan Esra:

" Gidiyoruz! Bana Bir dünya haritası getir evlat!
Kırılacak yağmurları yerleştirelim kolilere.
Bağcıklarına basıp ta düşeceksin kemikleri çatı olmuş
Afrikanın üzerine..
Amerika:
Yeni defnedilmiş bir çocuğun büyük harfle yazılan gözünü
Babasından ayıran kesme biçme işaretidir desem sana.
Sana bu haritanın kesme işareti Amerika'dır desem...
Akşam eve gidip çalışır mısın bu ülkeyi?
İklimi umurunda olur mu evlat!
Sen telaşla parmak kaldırabilir misin
Yaşamak için parmak kaldıran çocukların sesi, yere vurdukça."

Esra, modern hayatın itinayla dışladığı çocuklardan sesler taşır görmez gözlerimize, işitmez yüreklerimize... İpince bir sabırla örer kozasını radyodan evlerimize giren sesiyle. O kozada; tarla işçisi kızlarla, biçki dikiş kurslarına giden kızlar, roma hukuku vizesinden az önce çıkmış kızlarla, ikna odasından az evvel çıkmış gözü yaşlı kızlar, yan yana yatabilir, tüm sınav kağıtlarını buruşturup kayık yapabilir, uçak yapabilir, hatta aynı masada kahve içebilir, aynı burçtan çıkıp, aynı otobüsü kaçırabilir, bazıları pankart taşır bazılarıysa aynı pankartı güneş siperliği olarak kullanabilir...
Esra'nın sürreal edebi ritmi, gotik alaycılığı ve keskin dili, sadece sanatsal açıdan değil, geleceğe dair ciddi bir merkez eleştirisi yapacak anlam dilini de mayalıyor.
Şimdi bayım; bu kıza dikkat diyorum, bu kıza dikkat!

22 Eylül 2008 Pazartesi