16 Ekim 2008 Perşembe

*farkında olmalı insan

Farkında” olmalı insan…

Kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı.

Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…

Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını

ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.

Şu

çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebekken “Dünya benim! ”dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,

ölürken de aynı avuçların “her şeyi bırakıp gidiyorum işte! ” dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.

Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.

Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.

Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,

nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan

ve ölmeden evvel ölebilmeli.?

Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte

ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.

Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu fark etmeli

ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.

Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde

çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

Eşine “seni çok seviyorum! ” demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini

ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.

Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını

60-70 yıl sonra sigara yüzünden

Azrail’e soba borusu gibi teslim etmenin emanete hıyanet sayılacağını fark etmeli.

63 yıllık ömründe

hiç karnı doymayan bir peygamber’in ümmeti olarak aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli.

-hiç-

-üç yanlış.. bir başörtüsü götürmez...

"Takıldığınız soruyu lütfen geçin ve müsaade edin biz takalım.
Üç yanlış bir başörtüyü götürmez.
Başörtülü bir kız bisiklete binebilir, piyano çalabilir, kiraz toplayabilir,
iyi derecede İngilizce bilebilir, topa vurabilir, laiklik konusunda çok
güzel bir kompozisyon yazıp ağzınızı beyninizin mağarasına kadar açık
bırakabilir, felsefe yapabilir, uçurtma uçurabilir, sizden ilginç kareler
bulup aklınız kadar kısa film çekebilir, yıldızlara bakıp yarın havanın
çok güzel olacağını düşünebilir, tesbih de çeker fotoğraf ta çeker...
Hiçbir başörtülü kız, sizin başörtüsüyle gündemi sıktığınız kadar
başörtüsünü sıkmaz! Dolayısıyla "sıkma baş" sizinkisi oluyor..."

Bunlar Marmara FM'in fırtına kızı Esra Elönü tarafından kaleme alınmış, insanı abandone eden manifestolardan sadece kısa birer örnek... Esra'yı radyoculuğundan önce "Feride" tiplemesiyle yazdığı köşe yazılarından, şiirlerinden ve harika sürreal öykülerinden tanıyoruz. Onunla yapacağınız on dakikalık bir sohbet, dünya etrafında on defa spin atmaya bedel baş döndürücülükte... Yakalayana aşk olsun! Muhatabına yirmidört saat açık her daim nöbetçi zeka testi uygulayıcısı gibi öyle bir salvo atar ki, tut tutabilirsen! Hiciv, romantizm, zehir zemberek bir isyan, feci derecede çocuk, bir fotoğraf makinası lensi kadar acımasız objektif, köpekbalığı kadar iyi koklayıcı, inci tanesi kadar sır küpü... Öyle latif bir cümle kurar ki adamı Kırıkkale Tabancısı gibi on ikisinden mıhlayıverir. Uzakdoğu döğüş sanatlarıyla ebruzenliği bir arada nasıl götürdüğünü ben de anlamış değilim. Muhammed Ali Clay için söylenen tezatlar harmonisini hatırlıyorum onu dinlerken: "kelebek gibi uçar, arı gibi sokar"...

Esra, yeni kuşak edebiyatçıların erken habercilerinden... "Çekirdek Lokantası" adını verdiği kitabı mesela, Çekirdek Kız, Bayan Kabarık, Garip Adam Bay Sin, Dımlım, Tuzat, Bay Şın gibi hayali kahramanlarla çizilen harika bir macera öyküsü. Maceranın ardı da önü de Esra için aslında yapayalnız bir çocukluğun masalından türüyor... Esra'yı herkes zorzoraki destelenmiş bir yaramazlık bohçası gibi tarif etse de, ben onun zeka terletici o isyanında içe gömük derin bir hüzün okuyorum... O, "babasıyla aynı yaşta bir kız çocuğu" gibi geliyor bana. Bunca ayrımcılık, bunca dışlanma, bunca horgörünün içinden elinden mürekkep damlayarak çıkan sürmeli kız, "kız uykusunu" hepimize uykusuzluk olarak aktaran atar damarlar kadar uykusuz ve asabı bozuk bir yelkovan gibi, ayağındaki çağdışı takunyalardan hiç de yüksünmeden ve hatta parlatarak onları, hiç bir saniyeyi de atlamamaya yemin etmiş! Afferim kızım sana! Kapitalistlerin mezarlığa çevirdiği dünyada korkusunu yenmek için başladığı şarkıyı, arkadaşımız olan tüm fakir garsonların tepsilerinde servis ediyorsun hepimize. Afferim kızım sana! Sırt çantasına sığmayacak koca bir harita taşırsın sen dilinde, Kudüs'ten Yağmur Ormanlarına, Afrika'dan Güney Amerika'ya kadar tüm yeryüzü yer bulabilir dizelerinde... Ve babasının sesiyle konuşur bazen kafasına başörtüsünden başka hiç bir şeyi takmayan Esra:

" Gidiyoruz! Bana Bir dünya haritası getir evlat!
Kırılacak yağmurları yerleştirelim kolilere.
Bağcıklarına basıp ta düşeceksin kemikleri çatı olmuş
Afrikanın üzerine..
Amerika:
Yeni defnedilmiş bir çocuğun büyük harfle yazılan gözünü
Babasından ayıran kesme biçme işaretidir desem sana.
Sana bu haritanın kesme işareti Amerika'dır desem...
Akşam eve gidip çalışır mısın bu ülkeyi?
İklimi umurunda olur mu evlat!
Sen telaşla parmak kaldırabilir misin
Yaşamak için parmak kaldıran çocukların sesi, yere vurdukça."

Esra, modern hayatın itinayla dışladığı çocuklardan sesler taşır görmez gözlerimize, işitmez yüreklerimize... İpince bir sabırla örer kozasını radyodan evlerimize giren sesiyle. O kozada; tarla işçisi kızlarla, biçki dikiş kurslarına giden kızlar, roma hukuku vizesinden az önce çıkmış kızlarla, ikna odasından az evvel çıkmış gözü yaşlı kızlar, yan yana yatabilir, tüm sınav kağıtlarını buruşturup kayık yapabilir, uçak yapabilir, hatta aynı masada kahve içebilir, aynı burçtan çıkıp, aynı otobüsü kaçırabilir, bazıları pankart taşır bazılarıysa aynı pankartı güneş siperliği olarak kullanabilir...
Esra'nın sürreal edebi ritmi, gotik alaycılığı ve keskin dili, sadece sanatsal açıdan değil, geleceğe dair ciddi bir merkez eleştirisi yapacak anlam dilini de mayalıyor.
Şimdi bayım; bu kıza dikkat diyorum, bu kıza dikkat!